BABA IV

September 5, 2014 at 12:11 AM

Babam iyi kasaptı.(Mesleği bu değil- BABA serisi I, II, ve III’ü okuyunuz) Ancak sadece küçükbaş (Koyun, keçi vs) hayvan keserdi. Ben ise tavuk dahil hiç bir zaman bu işe yeltenmedim. Evdeki hayvanatla onun ilişkisi daha uzaktan, benimki ise arkadaş şeklindeydi. Keçisinden, tavuğuna, tavuğundan ineğine..  Tavuk isim bilmez ama özellikle keçiler ve bazen inekler ismini bilir.

Kurban bayramı olduğu zaman çevrede tanıdık insanlar kurbanlarını kestirmek için sıraya girerlerdi.  Sabahın erken saatlerinde başlayan işi akşama kadar devem ederdi. Sıra bize gelince, bizim özenle beslediğim keçi(ler), kurban bayramına kurban giderdi.  

Bir keresinde kardeşim Hüseyin ile arkadaşımız kabul ettiğimiz Pembe Şeker adını taktığımız erkeç kesilince biz bunun etini yemeyiz diye tutturduk.  O bizim arkadaşımızdı dedik. Pembe Şeker çok güzel bir erkeçti,  tüyleri pembe kızıl, ve kafası kabak idi. (boynuzu yok).. Bir gün bizim tarla sahibi (Toparların Ercan Ağa)  onu çok küçük oğlakken yanında getirdi otlatmaya.. Biz çok sevince alın sizin olsun dedi. Hüseyin’le beraber ortak sahiplendik. Insan canlısı yetiştirdik. Elini gögüs hizana getirirsin… “Hadi Pembe Şeker Hooop” dersin. O iki ayaklarının üstüne yükselir bir kafa atar. 

Kurban bayramı gelince kesileceğini biliyoriz. Biz vedalaştık. Öptuk vs. Babam kesti hayvanı.  Biz etini yemeyiz diye tutturunca annem ağladı.  İçimize sinmeye sinmeye annemnizi de üzmemek için etinden yedik.  Bir de din unsuru var.  İyi bir amaca hizmet etti vs diyerek avunduk. Ne zaman sonra bilmiyoırum ama babamın artık evde büyütülen keçileri kesememeye başladığını gözlemledim.  Bir zaman sonra onun da yüreği kaldırmadı herhalde. 

Burada Sultan’dan bahsetmemek olmaz.  Mısır keçisi soyundan bir oğlak. Çok akıllı, bir o kadar sevimli bir hayvancağız.. Sultan diye seslenirsin, nerede olursa meleyerek cevap verir.  Elimizde büyüdü, sevimlliğiyle bütün ailenin maskotu oldu. Her sene iki oğlak doğururdu.  Bizimkiler hiç bir zaman onu kurbanlık diye düşünmediler. Eceliyle öleceği konusunda sessiz karar alınmıştı adeta. Tarlada bahçede istediği yerde gezer, dokunan olmazdı. Üniversiteyi bitirip evlenince eşim ilk defa yaylaya geldiğinde onu kıskanmıştı.  Biz yürürken onun etrafında dolanır süsmek için ortam kollardı. Esasında hiç süsken bir keçi değildi.   Bir kaç yıl sonra Istanbul’da çalışırken öldüğünü söylediler. Sanırım yediği bir ot dokunmuş. Çok üzülmüştüm.

Eslediğimiz keçilerden…

Üniversiteye giderken yazları Muğla’da hem tütün işinde anneme yardım eder, (tarla çapalamak, tütün dizmek vs) hem de Sultan ve diğer bir anaç keçininin oğlakları dahil küçük bir sürüyü yaylada gezdirirdim. Bir ara 9 kadar oldular.  Bıraksan 1-2 sene sonra koca bir sürü olacaklar.. Keçi bu. İlla gezmek ister. Düz bir yerde ot yemek işine gelmez.  Dağ, taş,  dere tepe, yüksek yerler, ağaç filizleri, yaprak vs en sevdiği yerler… Bizim kiralık tarlanın etrafı yetmedi, bize ait olmayan başka tarlaların kenarlarında, araba vs geçmeyen yerlerde gezdirmeye başladım.  Keçiler yabancı yerde olduğunun bilincinde çıt çıkarmadan hışır hışır beğendiklerini yerlerdi.  Ses çıkaran olursa “hışt” derdim.  Hırsızlık yapıyoruz ya….  Çok yılan o görmüşümdür o irim (küçük, dar yollar) aralarında.   Yılanlar, kertenkeler kaçıp giderlerdi.  Şimdi olsa korkarım sanki. Yaylada yaşayan insanlar kendi keçileri varsa tarla etrafında bulunan (karangaç) dediğimiz meyvesi olmayan fakat bol yapraklı bir ağacın  dallarını keserle keserler.   Halbuki ben daha uyanık davranır, yapraklarını sıyırır, keçilere verirdim. Agaç 15 gün sonra yeniden yapraklanırdı.  Bir tarlanın sahibi ağaçlarını yapraksız görünce  çekirge sürüsü yemiş sanmış.  bir zaman sonra o çekirgenin ben olduğum ortaya çıktı.     Merak etmesin dedim 15 gün sonra tekrar çıkar.  🙂 

Tütün tarlasında bizler

Baylan adını verdiğimiz bir inek vardı. Daha buzağı yaşından itibaren insan hastasıydı. Yanına yaklaşırsın hemen kolunuzu, başınızı yalamaya başlar. Kendisinin buzağısı oldu. Buzağıyı bırakır, süt sağmaya gelen kim varsa onu yalar. Annem şaka yollu sinir olurdu rahat vermiyor diye. Bazen tarlada tütün çapaladıkdan yanına gider o yatarken sırtımı ona dayar dinlenirdim.  O boynunu benim etrafıma dolar, sarılırdı.  Çokca uyuyup kaldığım olmuştur öyle. Muğla’dan İstanbul’a yerleşince kardeşim bir zaman sonra satmış onu. Eğer kesime gittiyse ki eninde sonunda kaderleri bu, kesime gelen kasabı yalamıştır eminim..    

Ergen yaşlarındayken soyadımı sevmezdim. Bana çok köylü gelirdi. Şehirliliğe özeniyoıruz ya. Üniversiteye giderken de aynı. İlerde değiştireceğim diye düşünürdüm. Nitekim babamın amca tarafından amca oğulları soyadlarını “Türel” olarak değiştirdiler. İçlerinden birisi MIT’de üst düzey çalıştı, bir tanesi öğretmen oldu vs. Onları çok tanımıyorum.  Bugüne baktığımda soyadımızın ailenin gerçek geçmişini yansıttığını ve çok özel olduğunu düşünüyorum. Antalya ve Fethiye civarında yaygındır bu soyadı.  Soyadı kanunu çıktığı zaman herhalde yaptığımız işe uygun bir ad olacağı düşünülmüş. Bazen de alakasız soyadları verilmiş bazı ailelere.    Ciddiye alınmamış kanun belli ki.    Dayımların soyadı İbiş mesela.  Nereden gelmiş acaba?  

DEVAM EDECEK. 

Leave a Reply