October 29, 2014 at 11:01 PM

Serinin ilk başında babamın mapushanede çaycılık yaptığını belirtmiştim. Oradan beri bu iş mesleği haline gelmiş.

Babam hapishaneden sonra bekçi, sonrasında Beden Terbiyesine bağlı Muğla stadında sanırım temizlik görevlisi,  (şimdiki Gençlik ve Spor Müdürlüğü) ve en sonunda Muğla Valiliği’nde vali beyin odacısı oluyor.

Futbolu sever, Fenerbahçeli’dir. Ben, kardeşim, ve kuzen Mehmet çocukluğumuzda Fenerbahçe’liliği ondan kaptık.  Anadolu vilayetleri ekseri olarak Fenerbahçe’lidir zaten.   Neyse, babam okuma yazmayı askerlikte öğrenmiş olmakla beraber ofsayt kuralı konusunda uzman kesilirdi. Beden terbiyesinde çalışırken çok maç izlemiş,  bu kurala da aşina olmuştu.  TV de maç izlerken pozisyonun ofsayt olup olmadığı konusunda yorumda bulunurdu.

Çocukken saha kenarından çok maç izlemişimdir. Bazen top toplar verirdim oyunculara, bazen de devre aralarında takım odalarına girer çıkardım. O büyük abilerin heyecanlarına anlam veremezdim o zamanlar. İnsanlar değişik bir ruha kapılıyorlar maçlarda netekim. Kardeşimin oğlu Ali şimdi liseye gidiyor ((bu yazı yazıldığı zaman) ama aynı zamanda hakemlik yapıyor. Boyu uzun, 1.90 larda, dolayısıyla her pozisyona hakim kerata.   Kardeşimin ikinci oğlu Mehmet Anıl. O da Muğlaspor yetiştirmede santrofor oyuncusu. Bakın bir şekilde aileye bulaşmış futbol meselesi işte.


Bizim ailenin bir özelliği de erkeklerinin uzun boylu oluşudur. En kısaları herhalde benim 1.74 ile.  Kardeşim 1,90; oğlu Ali de oralarda.  Babam 1.80 civarındadır.  Benim oğlanın boyu daha 14 unde bana eşit. (şimdi beni geçti ama)


Beden terbiyesinden valiliğe geçtiğinde babam bir taraftan valinin odasının temizliği ve ön sekreterya görevi yaparken (gelene gidene göz kulak kulak vs)  diğer taraftan  tüm valilik binasına ücretiyle çay satıyor.   Çayı ve kahvesi Muğla’da meşhur olmuştur.  Vali ve vali yardımcılarına kendisi çayı ve kahveyi bizzat götürüyor, diğer birimler ise çay ocağından kendileri gelip çayı kahveyi alıyor.  Çay-kahve, ev tipi milangaz ocakta yine ev tipi 2-3 set çaydanlıkla yapılırdı.   Kahve yapımı zaman aldığı ve el emeği istediğinden ancak Vali, Vali yardımcıları,  ve sevdiği kişelere kahve yapardı.   Babamın kahvesini hak etmek gerekirdi.  Bir bakıma ADAM dediğimiz adama kahve vermeyi şiar edinmişti.  Maaşı ve çay kahve paraları ile Mugla’da iki göz bir oda ev yapabilmiş, ablamı ve beni okutmuştur. 


Emekli olana kadar babam birçok vali ile çalışmıştır. Valilik makamı dediğiniz bir masa ve iki üç sandalyeden ibaretti.  Cumhuriyetin yönetim anlayışında vali siyasi oterite tarafından atanan ancak asli görevi devleti temsil eden ve yöre halkına hizmet eden bir makamdı.   Özellikle Muğla’da Vali, yöre halkının babası olarak bilinirdi.  Valinin sekreteri yoktu. Polis memuru aynı zamanda sekreteriydi. Babam da geleni gideni kontrol ederdi.


Muğla halkı ve bizim için özel olan valimiz Kemal Nehrozoğlu idi. Kendisi 1981-1984 yılları arasında sosyal demokrat bir anlayışla Muğla da valilik yaptı. Daha önceki valiler gibi Kemal Nehrezoğlu’nun da kapısı hemen hemen herkese açıktı.  Gelenleri babam insan sarrafı olarak süzer, önce derdini dinler; bazen valiye yönlendirir, bazen de İl müdürlerine veya vali yardımcılarına gönderirdi.  Resmi bayramlarda törenler nedeniyle çalışırdı,  serbest olduğu zamanlar dini bayramlar ve hafta sonlarıydı.   Sabah erkenden vilayete gider, valinin odasını temizler, çay ocağını memurler gelmeden hazır ederdi.  Ben İmam Hatip’e giderken öğlenleri yemek için babama gelirdim. Valinin odasının yanındaki bekleme odasında öğle yemeğimizi yerdik. Çoğunlukla babamın bir iki arkadışı da kendi yemekleriyle bize katılır yemekler paylaşılırdı.  Biz yemeğe başlarken vali de yanımızdan geçer afiyet olsun derdi. Kemal bey çok kez halimi hatırımı sormuş başımı okşamıştır devlet büyüğü olarak. 


Babam iyi yemek yerdi. Yerkesik bölgesinden vilayette çalışan ama aynı zamanda arıcılık yapan bir arkadaşı öğlen yenmek üzere bal getirirdi. Bir keresinde iddaya tutuşmuşlar. Bir çanak balı yer misin yemez misin.  Babam yerim demiş. Öteki yiyemezsin.  Bir çanak bal 2-3 kilo. Babam bala ekmek doğrayıp yemiş ama yerinde duramamış. Kış gününde Muğla etrafında bağrı açık üç-dört tur atmış.  Yanıyorumm, ölüyorum diye diye… Paçayı yırtmış sonunda.  İddayı kaybeden lokantada diğerine istediğini ısmarlayacak.  Bir zaman sonra köfte yemeye gitmişler. Babam abartısız 6-7 porsiyon köfte yemiş.  Garson bir porsiyon getiriyor,  babam daha bitirmeden bir daha istiyor.. Böyle devam etmiş durum.  Onlara göre karşı tarafa yüklü bir hesap ödetmiş… 


Neyse dönelim 1980’lere tekrar… 

Vilayet konutu, çalışma yerinin (daire) nin 150-200 mt karşışındaydı. Konuta gidiş geliş sırasında valiye bir polis memuru eşlik eder yürüyerek gider gelirlerdi.  1984 yılında Kemal bey yerine sanırım Yücel Bölgen vali atandı. Türkiye’de Özal yıllarının başlangıcı… 

Yücel Bölgen’in gelmesiyle ilk önce valilik makamı için eşi benzeri görülmemiş bir harcama ve değişim yaşandı. Muğla’da bu çok konuşuldu. Vilayete gelişler gidişler bir polis kalabalığı ve tören halinde olmaya başladı.  Halim selim halk da öyle kolay kolay beyefendiye ulaşamadı. Polis memuru yerine bayan sekreter hizmet vermeye başladı.  Önce çay kahve faaliyeti sadece valiye hizmet eder şeklinde düzenlendi. Bunda bir sıkıntı yok ama bir zaman sonra  çok yüksek tutarlı çay kahve alımları (konut ve daire için) babama imzalatılmak istenmiş, babam da bunun hesabı benden sorulur diyerek imzalamamış.  Bu şekilde başlayan soğukluk babamın vali yardımcısına hizmet etmek üzere görevlendirilmesiyle ve bir iki yıl sonra da emekliliğiyle sona erdi. Bu tarz bir insanla babamın anlaşması mümkün değildi.   


Emekli olunca emekli parasıyla Muğla’ya 4-5 km uzaklıkta olan Karabağlar yaylasında (Yayla dendiğine bakmayın, aslında düz ova ama yeşilliği bol olduğu ve serin olduğu için yayla deniyor) 10 dönüm bir yer aldı.  Burada kardeşim ve ailem hayvancılık ve kantin işleterek hayatlarını devam ettirdiler. 


Cebine haram para girmemiş tertemiz bir insandır babam.   Özal’ın “benim memurum işini bilir” felsefesi devletin yozlaşma sürecini başlatmıştır. Devlet malına olan saygı ve devletin eninde sonunda hesap soracağı anlayışı yıkılmıştır.  Gücünü bilgiden, kültürden, eğitimden,  ve alçak gönüllülükten alan bilge insanlar yerine;  gücünü makamın hacimsel büyüklüğü ve haşmetinden alan, makama harcanan  paranın büyüklüğü ile güç almaya çalışan bir memur tipi ve siyasi anlayış devlete hakim olmuştur.  Kendi cehaletini büyük odalar, ihtişamlı ama görgüsüz dizayn edilen yapılarla kapatmak isteyen bir anlayış ve psikolojidir bu.


Emekli oldukdan sonra Muğla Türdü İlkokulu Müdürü’nün teklifiyle okul kantinini işletmeye başladı babam.  Kardeşim ve eşi daha sonra işi devraldılar ve kardeşimin esas işi oldu kantincilik. Devletteki yozlaşma okul müdürlerine de yansıdı. Okul aile birliği için toplanan paralar okul müdürünün yazlığının yapımına, okulda 1 liraya yapılması gereken tamiratın 5 liraya yapılmasına, en sonunda kantinden kar payı istenmesine kadar vardı desem hiç birinize garip gelmez, kanıksadınız bunları.  Tuhaf olan da bu.  Yolsuzluğu, hırsızlığı bizler kanıksadık, normal saydık.  

Kardeşim bunlara karşı hukuki mucadele verdi ve okul müdürü başka bir okula atanmak zorunda kaldı. Yolsuzlukları o kadar aykkuya çıkmıştı ki üstü örtülemedi.  Benzeri bir durum müdür yardımcısı ile yaşandı. Onun da yolsuzlukları belgelendi.   Demem o ki küçücük bir okulda bile bunlar yaşanıyorsa gerisini artık siz düşünün gayri.

Temiz siyaset, temiz toplum, temiz devlet olmadan kalkınma olmaz. Kaynakları kötüye kullanılan, dahası küçük bir bir grubun çıkarına kullanılan bir toplum da müreffeh olamaz. 

Babamı 2001 yılında Muğla’da guatr ameliyatı olacakken ameliyat masasından alıp Istanbul’a getirdim.  Yapılan tetkikler sonucu guatr olmakla beraber esas probleminin kalp olduğu anlaşıldı. Florence Nigtingale’de Acil kalp kapağı değiştirildi. Kapak 15 sene çalışır dendi.  Doktorlardan bir tanesi “Amca iyi ki sigortan var”  dedi. “Yoksa o zamanın parası 100 bin TL bir para harcaman lazımdı” falan dedi.  Babam biraz kendini borçlu hissetti bir müddet durdu dedi ki ” Doktorum ben bu devlete 30 sene hizmet ettim. Bir ameliyatı bana çok mu gördün?” dedi.  Doktor da gülümsedi.  O anı unutmadım hiç. Babamın mahcubiyetini, kendisine harcanan paranın bedelini böyle düşünerek ödediğini vicdanını böyle rahatlattığını…

Babam henüz vefat etmedi. Muğla Devlet Hastanesi’nde yaşam mücadelesi veriyor… Günleri belki sayılı… Temiz, tertemiz geçmişyle oradadır. Onun çaldığı paraları saklamak gibi bir derdi olmadı ve bizleri de ona ortak etmedi.  Allah razı olsun, Allah yardımcısı olsun.

Leave a Reply