Annem de okuyamamış. İlkokul 3 terk. Köyde çocukları geç nüfusa kaydederlermiş. Okul yaşında kızlar nüfusa geç yazma yüzünden okul zamanı gereğinden büyük gösteriyorlar. Anamın babasının (Mehmet dede, benim ismin ondan geliyor) hali vakti yerinde ama kızlar okuyup ne yapacak? Öyle bir vizyon yok. Tarlada işçi lazım… Çocuklar, ilkokul eğitimi zorunlu olduğu için biraz da Jandarma denetiminden ürkülerek okula gönderiliyor….
Köyde okul yok. En yakın okul Seki kasabasında. O da yaklaşık 6 km uzaklıkta. Kar kış kıyamet gitmek zor. Doğal şartların zorluğu ve bir de üstüne anne babaların isteksizliği cehaleti beslemiş.
Ancak,erkek torunları için annemin babası kendi çocuklarından daha fazla istemkar davranıyor. Dedemin talebiyle bir dönem dayımın çocukları bizde Muğla’da okudu.Dayımın oğlu Mehmet İbiş; Muğla’da ilkokulu bitirerek Kadıköy Anadolu Lisesi’ni parasız yatılı olarak kazandı. Çapa Tıp sonrası Psikiyatr oldu. Kardeşi Mustafa; sanırım ilkokul 4’e kadar bizde okudu daha sonra Fethiye’de eğitimini devam ettirerek nihai kariyerini Edebiyat öğretmeni olarak bitirdi. Kızkardeşleri annemin kaderini paylaşarak köyde kaldı ve ilkokulu anca bitirdi. Okutulsa çok rahat okuyabilirdi bence. Diğer erkek kardeşleri Özcan Astsubay oldu. Ayşe köyden yine akrabaları olan Ramazan ile evlendi ama kendi çocuklarını okuttular.
Bize gelince….Ablam Ankara’da okudu; okulu tatil olunca yazları Muğla’ya geliyor ve babamın yanında kalıyor. Annem, ben ve kardeşim Hüseyin yazları Fethiye’ye gidiyoruz. Benim görevim Kuzen Mehmet İbiş’le dağlarda oğlak gütmek..Yaşlarımız 7-13 arası… Şimdi bu yaş çocukları sokağa salmaya korkuyorsunuz…
Dedemin 10-20 arası ineği; 150-200 arası keçisi; ve 20-50 arası oğlağı olurdu. Keçilere ninem dağlarda gezdirerek bakardı. İneklere ise evin etrafında meralarda bakılırdı. Ninem yaşlanınca hayvanat satıldı. Biz hayvanlar satılınca tarlada çalıştık. ekilen anasonu, nohutu, ve buğdayı biçer toplar ve satılacak hale getirirdik. Teknoloji falan yok. Buğday sapıyla beraber orakla kesiliyor, sonra biçer döğerde öğütülüyor. Buğday taneleri ve samanı rüzgarda savrularak ayrıştırılıyor. Nohut yolarsın, ellerin dikeninden parçalanır.. Anason ayrı bir güzel kokar. Sapından tanelerini ayırmak zordur. İyi işçilik ister. Benim zamanımda hep bu ayrıştırma işlemleri rüzgar gücüyle yapıldı. Köyde en temiz işçiliği bizimkiler yapardı. Bereket ondadır diye de toprakda en küçük dane bile bırakılmazdı.
Yaz sonunda okulların açılacağına yakın Muğla ya geri dönerdik. Kuzen İbiş, ilk defa Muğla sınırına gece vakti geldiğinde elektriği gördü. Annem de keçilerin boynuzuna takılan fenerler diye kandırmıştı onu Muğla Merkez – Seki Çukurceylan arasını bu zamanda arabayla 2.5 – 3 saatde gidersin. O zamanlar ulaşım kamyonla yapılıyor ve sabah başlayan yolculuk gece geç vakitlerinde sona eriyor. Arada bir otobüs olsa da biz mecburen yük kamyonlarıyla geliyoruz. Dönüşte kış erzakı getiriliyor. Yanında da bahçede beslenecek 1-2 keçi.
Evet, Muğla Merkez Muslihittin mahellesindeki bahçeli evimizde bu keçilere bakma görevi bana ait. Okul çıkışı onları bağ-bahçe yaban asmaları (üzüm) arasında dolaştırıyorum. Kurban bayramı zamanı da arkadaş olduğumuz bu keçiler kesilird,. Çok ağlamışımdır. O kadar çok keçi kurban edildi ki sanırım annemle babam sırat köprüsünden kolaylıkla geçerler. Ben daha kurban kesmedim. Kesmem de.
Babama dönersek ilkoğluna (ben) Mehmet ismini annemin babası veriyor. Kuzen Mehmet’e de o. Dedemin köyde 7 kişiye isim verdiği söylenir. Babam kendi babası yerine karısının babasının isminin verilmesine ses çıkarmıyor. Halbuki babasını daha çocukken kaybetmiş. Onlar için daha önemliydi bu konular. Kardeşim Hüseyin ilk oğluna Ali ismini verdi. Babamın babasının ismi Hamit. O isim kardeşi olan Hüseyin’in çocuklarından birisinin adı şimdi.
Babamın kardeşi Hüseyin genç yaşta veremden vefat ediyor. (30 civarında) Çocukları Ertuğrul ve Hamit Küçük yaştalar. (10-14?) Babam onları yetimhaneye veriyor. Kendi durumu iyi değil.. Bakabilse sanırım bakacak. İkinci oğluna yani kardeşime Hüseyin ismini koyuyor. Kardeşinin oğlu Ertuğrul okuyarak meslek lisesini bitiriyor. Uzun yol yük gemilerinde baş makinacı. Şimdi emekli. İki oğlu da Gemi Kapatanlığını bitirdi (Emre ve Resul).
Ben 14 yaşıma geldiğimde artık Fethiye’ye gitmez olduk. Bunun yerine Muğla yakınında 4 km uzakta yayla dediğimiz yerde tarla kiralayarak yazları orada kalmaya başladık.Tütün yapıyorduk. Sonra yavaş yavaş hayvancılığa başladık. Ben tarlada annemle tütün yetiştirmekle meşgulken kardeşim Hüseyin abonelere süt satıyor. İlk önce mobiletle dağıttı. Mobilet oldu motorsiklet. Hayvan sayısı artınca artık merkeze kışın gitmez olduk. Motorsiklet’den sonra Anadol pikap aldılar. Kışın dereler çay oluyor. Kardeşim belinden yukarısına kadar suyla boğuşup (motorsiklet,Anadol neyse ) sütleri Muğla’ya iletiyor. Çok rezillik çekti. Orta ikiden terkdir. Ailem okutmak istedi ama o pek istekli değildi. Bizimkilerin de işine geldi galiba. Kendini ticaret hayatının içinde daha önemli hissetti belki. Şimdi Muğla’da hem hayvancılık yapıyor hem de kantin işletiyor eşiyle birlikte.
Eee tarla olunca bağ bahçe çok. Maydanoz, kavun, karpuz, domates, salatalık…Hepsini ekmeyi, dikmeyi ve yetiştirmeyi bilirim. Bize, özellikle kavun karpuz yetiştirmeyi rahmetli Arif dayı öğretti. 2 sene yanında tarlasını kiralayarak kalmıştık. Muğla yöresinin yayla kavunu ünlüdür. Bal gibidir. Arif dayı da en meşhur kavuncudur. Bir bakarak kavun karpuz bostanının neye ihtiyacı olduğunu anlar. Zamanında ilacını verir. Tuhaf yöntemlerle bostanı hastalıktan korur. Çocuğu gibi bakar. Bütün yayla kavuncuları arasında kavunu erken yetiştirme konusunda gizli bir rekabet vardır ama kimse onun eline su dökemezdi. Biz de ondan öğrendik bu işleri.. Onun öğretmen olan öz kızı ve bir de yetiştirme olarak büyüttüğü oğlu vardı. Ama babaları gibi bahçıvanlık yapmadılar. Oğlu küçük inşaat işleri yaptı. Ölünce de çocuklar tarlasını sattılar. Yaylanın en verimli tarlalarından biriydi.
2 yıl sonra başkabir tarlayı kiralayarak biz de Arif Amca desteksiz kavun yetiştirdik. O nasıl baktıysa biz de öyle baktık bostana annemle. Kavun karpuzlar yetişince kesmeye onu davet ettik. Arif Amca bostana baktı ve dedi Hatca (Hatice) elimi aldın… Ustanın yetişdirdiği çırağa bröve vermesidir olay.
Paris çeşit dedikleri kavun var. Kışın dayanır. Ağustos ayında uygun zamanda kavun tam ermeden dalından koparılır. Bütün kış odanın tavanında özel bölmelerde bebeğe bakar gibi kavunlar çevrilir ki bir tarafından oturup çürümesin. Bir sonraki yılın Nisan-Mayıs aylarında bu kavunlar kesilerek taze çekirdeği toprağa konulur. Kışın gelen misafire mesela Ocak Şubat aylarında yazdan kalan bu kavunları keserek ikram etmek prestij göstergesidir. Sen dayandırabildiysen ve tatlıysa göster hesabı..
Üniversiye giderken Muğla pazarda sattığım kavun karpuz, meyve sebze paraları 2-3 ay giderimi karşılamıştır. Ne demişler balık verme, balık tutmayı öğret. Toprağın bol olsun Arif amca. Emekli olunca senin Paris kavunları tekrar yetiştireceğim.
DEVAM EDECEK…..